Pandemi döneminden bu yana sık sık maruz kaldığımızdan olsa gerek, “ev” kavramı hayatımızın içine olağan akışından daha fazla dahil oldu. Zira herkesin aklını bir süre kurcalayan, “ev nedir, neresidir”i daha fazla düşünmeye iten ve bu düşünceyi tetikleyen bir dönemden geçtik. Bu dönem elbette evin, fiziki bir yapı olmanın dışında ne ifade ettiği ile ilgili ve güven ile olan ilişkisine dair soruları da beraberinde getirdi. En azından benim için öyle oldu. Ve şimdi bu yazıda, üzerine belki ömrümüzün sonuna kadar düşüneceğimiz, cevabını olur olmadık yerlerde arayacağımız bu soru karşısında, hep birlikte kısa bir süre sorgu koltuğuna oturacağız.
Üstüne düşünmesi zor, düşününce kendini bulunduğun konuma yabancı hissetmenin muhtemel olduğu bir konu ev arayışı. Bulduğunu düşündüğün her an yanılma payını gözetmen gereken, yaşadığın kısacık hayatta cevabını bulamama riskiyle barışman, o ait olma hissinin sana nasıl geleceği ile ilgili deneyimi yaşayamama olasılığını hesaba katman gereken(…) uzun bir soru. Ama sanırım sormaktan kaçamayacağın tek soru aynı zamanda. Çünkü nerede yaşamayı seçemeyişinle başlayan, senden, bulunduğun yerden çok daha büyük ve başka bir dünyanın parçası olduğunu bildiğin kısacık ömründeki en doğal sorgu halini barındırıyor içinde. İnsan ait olmaya, ait hissetmeye ihtiyaç duyuyor ve ev şüphesiz bu ihtiyacın sac ayaklarından birini oluşturuyor.
Bu bence çok esnek, çok değişken bir arayış. Dolayısıyla hiçbir zaman kalıcı bir bulma hissi yaratamayacak, sonu olmayan ve içinde bir ömrün tüm zamanlarını kapsayabilecek bir cevabı barındırmayan sonsuz bir arayış.
Zira benim için ev; en temel anlamıyla kendimi sorgusuz sualsiz bırakabildiğim, içinde herhangi bir zorundalık ya da bir mecburiyet hissiyle yaşamadığım, dışarıdaki her şeyle arama bir set çekebildiğim ve istediğim her an bu seti yıkabileceğimi bildiğim bir yaşam alanı. Bu yaşam alanı; bazen küçük bir dört duvar arası, bazen içinde bulunduğum ülke, bazen koca bir coğrafya, bazen hepsi ve bazen hiçbiri…
“Evim neresi? Nerede evde gibi hissedeceğim?” diye yola çıktığımızda aslında çoğu zaman neyi aradığımızı tam olarak tanımlamak çok güç. Çünkü bu soruda önemli olan aradığımız şeyin niteliği değil, aradığımız evden neyi talep ediyor olacağımızı bilmek ve aradığımız evden neyi istediğimizi anlamak. Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda arzular, beklentiler, yeni problemler, bu problemlere yarattığımız çözümler, hayatla başa çıkma yöntemlerimiz(…) değiştikçe bir evden, kendi sığınacak limanımızdan ne istediğimiz de değişecek. Ev anlayışımız yeniden şekillenecek. Evet, sonra tüm o sorgu sürecinin en başına tekrar dönüyor olacağız. Ceplerimiz, kendimizle ilgili bilip bilmediğimiz şeylerle dolu olacak. Bizler de ellerimiz cebimizde, yürüyeceğimiz uzun bir yolun başında…
Her seferinde ev arayışının bir istikamet meselesi olduğunu bilerek, daha önce hiç görmediğimiz, yaşamadığımız bir yere ait olabilme ihtimalinin heyecanıyla yeni evler keşfedeceğiz. Keşfettiğimiz evlerde ise kendimize ait yeni bir kişiliğimizle tanışacağız.. Bu yolda yürüme motivasyonumuz düştüğünde; çekilen tüm hayali sınırlara ve ayrımlara rağmen içinde yaşadığımız dünyanın hepimizin ortak evi olduğunu hatırlayarak dinlenip, dünyamıza sığınarak soluklanacağız.
Dilara ASLAN